Bir masal anlatmayacağım sana. Sen sadece, oku ve hisset.
Ben erken bir Sonbahar'dım... İlkbahar'ı yaşadığımı düşünmüştüm. Hatta soğuk kış günlerine bile hazırdım. Üşümüştüm. Yüreğim donmuştu.Çok uzun zaman olmuştu, ya da hiç bu kadar ısınmamıştı yüreğim. Çok okumuştum aşk romanlarını, ve çok erken öğrenmiştim filmlerin sadece yaratıcılık olduğunu. Hiç prenses olmayacaktım, ve prens sadece renkli bir boyaydı büyüyünce silinen. Sanki ilkbahardı çocukluğum. Dolunay'dı... O bakıp bakıp gülümsediğim bisküvi kokulu önlüğümdü. İlkbahar, Dolunay beni itelediğinde, benden hoşlandığını sanmaktı. İlkbahardı akşam 8'e kadar havada istop oynamak. Sallanırken, elim kayıp düşünce, şişmiş dudakla bir de üstüne dayak yemekti. İlkbahardı annemin elleriyle yedirdiği sahanda yumurta. ve teneffüstü ilkbahar...
Sonra, ergenliğimdi ilkbahar. Pencere arkasından izlediğim, yürüyen delikanlıydı. Hiç söylenmemiş aşk'tı.Ve hiç bilinmeden silinen masum çırpınıştı. Oje sürmek, kaş almak, onu görmekti... Sonra sonbahar geldi, ben sonbahar oldum. Herkes yaz mevsimini yaşarken ben sonbahardım. Ama hep bağırdım "Hey ben de yazım!" Ben yaz olmaya çalıştıkça, sanki kış'a gömülüyordum. Dudaklarım buzlu, kirpiklerim kar, ellerim soğuk. Ben güldükçe, sanki renkler flu... Ve ben, içimdeki sonbahar'a mahkum, sahte yaz aşığı...
Ortaokuldayken, sabah uyanır, ev işlerine yardım eder, patates kızartmamı yer, saçlarımı fönler okula giderdim. Okula giderdim, evet...Dersleri dinler, dinlerken de düşünürdüm, dalıp uzaklara. Benim hayallerim vardı. Benim saf, basit hayallerim vardı. Bir bebeğim, bir kocam olacaktı. Bir işim, güzel kocaman bir evim...Şimdi, bu hayaller artık yok. Ben, bu hayallerimi bile özledim... Bir havuzum olsun isterdim. Aşağı katta kapalı bir havuz. Sonra, bahçeye taşıdım yüreğimi. Polyester panel bir havuz yaptırdım düşümde. Bir ben vardım. Çünkü, hiç gerçek anlamda çift olamamıştım. Olamayacağıma inandığım zaman ise, sanırım 26 yaşındaydım. Kendime acımak adına dik duruşlarım da tam bu zamana denk gelir. Ah gügün ah! Şimdi soruyorlar ya, mahvediyor beni bu soru : Neden evlenmedin ?
Şimdi, bana değer veren, huzur veren, sevgi veren, saygılı adam oldu da, ben hayır mı dedim? " Kısmet... " Aynen bunu söyledim, kısmet. Kısmet neydi? Benim işime taş koyan kısmet, yenilir bir şey miydi? Kısmet, kızların evde kalmasını sağlayan bir büyücü müydü? Ben bu kısmeti sevemedim... Derdim evlenmek değildi. Derdim O'nu bulamamamdı. Sanki, benle kovalamaca oynuyordu. Ve ebe hep bendim! Sosyallikte ne kadar iyiysem, ebelikte o kadar kötüydüm.Kimseden kaçmadım. Bu yüzden kaçmadım, kovalamadım. Yoruldum! Öyle enfes, görkemli duvar ördüm ki kendime, diğer tarafa eğilip bakmıyordum bile! Diğer taraf! Hatta, bu diğer taraf için söylenen tüm olumsuzlukları düşünüp, duvarımı boyuyordum gökkuşağına... Evlilik kötüydü. Kadınlar tek yaşlanmamak için, erkeklerse düzenli seks ve aile hayatı için öldürdüler aşkı. Bense canımı yaktığı için, aşk'ı hissetmemek için cırmaladım. Erkek gibiydim artık. Duvarımı her gün bir renge boyadım. Kimi zaman kırmızıydım. Pembe, mavi. Bazen mor, siyah. Ama duvar da benimdi, renkler de. Tanrı Aygün'ü korusun. Artık Tanrı ile oyun alanımdı burası. Canım acımıyordu. Yalnızdım. Yaz'dım. Ben'dim. Biz'e karşı ben. Ben topu atıyordum, gol oluyordu. Çünkü ne rakip vardı, ne takım. Nereye gideceğini bilerek attım hep topu. Kendi anlaşılmaz berbat dünyama, kendi anlaşılmaz berbat insanlarımı koydum sonra. Birbirimizi anlıyorduk. Ben ölmek istedim. Çok istedim. Çünkü yalnızdım. Kendi cennetimde yapayalnız. 300 - 500 - 1000 adamın içinde tek ben anladım beni. Sonbaharımı yaşarken, çimler ektim bitmeyeceğini bile bile! Mevsimsiz çiçekler ektim. Sonucu bilince, kırılmadım böylece. Birkaç berbat, kötü zamanlarım dışında, üzülmedim başka şeylere. Ben, en çok kendimi attım derine. En çok kendime çıkardım hesapların büyüğünü. Ve en çok kendimi silkeledim!
Dur! Durmalıydım. Ben kendimi bir savaşçı yaptım. Güçlüydüm! Ezilmemek için güçlendim. Ne yazık! hayatı bir savaştan ibaret gördüm. Güvenmek istedim, anlıyor musun? Minicik bir umut benimkisi. Bir olta vardı. Ucunda ufak bir balık. Ben olta olduğumu sanırken, yem oldum çoğu zaman. Ama hiç yem oldum demedim. Bile bile yedim, kendimi de yedirdim demedim.
Ben sonbaharı yaşarken, bir güneş çizdim tam kalbime. Üfledim, üfledim, üflemediğimde söndü. Üflesin istedim, olmadı. Kısmet! Evet Kısmet!
Yağmurları sevdim, amber kokusunu, çamuru, çiçeklerin ıslanışını, yaprakların yıkanışını izlemeyi... Ben, çok şeye anlam kazandırıp, o anlama aşık oldum. Kuş, böcek, toprak...Hiç tutmadım yaşlarımı. Ah! Çok acıdı... İçimden geçen onca kelimeyi nerden bileceksin sen?
Bana dokunacaksan bil ki çok hassas içim. Korkuyorum senden! Seninle iken güneş'i yüzünde görmekten, elimi tutup öpünce, elimin yanmasından, kalbimin ritmini bozmandan, seni dinlerken huzurlanmaktan. Korkuyorum! Kaçmak için delice, koşuyorum. Ve sen bunlardan habersiz, belki başkaları varken aklında, ben, beni düşündüğünü farzedip avunuyorum. Avunuyorum... Yaşadığım kışı, sonbaharı ve sahte ilkbaharı, deli gibi baştan ama seninle yaşamak istiyorum.
Seni özledim. Gururluı değilim. Açık ve net. Seni çok özledim. Beni kandır, beni inandır, gerçek bunlar de... Ve ben berbat gerçekler yerine, seninle olayım. Huzurlu, arzulu, duygulu, kısaca deli gibi, hiç olmadığım bir deniz gibi!
Bana senin gördüğün renkleri anlat. Bana hiç durmadan seni anlat. Daha çok sindirmek istiyorum seni. Korkuyorum aynı zamanda!
Ah be kısmet! Bu mudur benş bu halde bırakışın? Böyle, uçakta giderken bir anda savuruşun. Nerdesin? Rüya mısın kabus mu?
Bir tomurcuk attım içime. Şimdi her gün suluyorum umutlarımı. Ve içinde sen olan düşler bahçesinde, gezdikçe yeşertiyorum dallarını.
Sana bir masal anlatmayacağım. Sana bir hayatı anlatmayacağım. Ben sana bir hayat yaşatacağım. Sil herşeyi. Yeniden yepyeni renklerden bir bahçe yapalım. sen ek yeter ki, ben sularım...
Aygün