HÜZNÜMÜ, UMUTLARIMI, KAHKALARIMI HİSSETMEYE HAZIR MISIN? GİZLİ BAHÇEMDESİN...

Çarşamba, Mart 23, 2016

Oldu Mu Şimdi

Yabancıyım. Uzaklara dalıyorum sıkça. Nedendir bilmem, kafam dolu olunca gelirim ben . Düşümdeki yerime sığınırım. Gelirim ben. Kendimi terk ederken, kimsesizlik çekince canım, gelirim ben. Denizin kenarıdır, herkes bilir. Çamlar vardır yamacında dağların. Verandalı tek katlı ahşap büyükçe ev sahile sıfır. Hamak vardır önündeki iki muz ağacının arasında. Elimde limonatam, verandadaki sallanan sandalyede önce beyaz kumlara, sonra turquaz huzura. Esinti kısa saçlarımı tokalarından kurtarır, alnımı gıdıklar. Ben gelince aşka, ne sen kalırsın içimde, ne diğerleri. Sallanırken bırakırım elimdeki limonatayı ahşaba, dikkatlice alırım elime kitabı. Arasına sıkıştırdığım ıvır zıvırdan kaldığım yeri bulurum. Kitap ayracı dayanmaz zaten bana. Okurken uykum gelir, mayışırım, gözlerim küçülür, yavaşça gerinir, esnerim.düşene kadar elimden, dostumu bırakmam. Düşünce kaldırır, limonatamdan alırım koca bir yudum. Dalarım… uzaklara değil öyle ama. Sesimi duymak için boğazımı temizlerim yavaşça. Şarkı mırıldanırım, sonra istemen düşüme sen atlarsın, elinde gitar, gözlerinle ritmi yakalayınca yakaladığın o bakış, ben ıslanmasın diye gözlerim, titremesin die uğraşırken sesim, sen geldiğin gibi gidersin. Kumsalda yürüşünü izlerim, ayak izlerin yok. Kaparım gözlerimi. Kızarım. Düşümde ne işin var senin? Yıllardır tek huzurlu düşüncemde? Bilirim… son zamanlarda seni düşünmenin düşümden fazla zaman aldığını. Kafamı sallarım… ayak izlerin yok. Kumsal da zaten ıslak değil. Kum da yok. Oturduğum yer, sadece yer. Şimdi ne oldu düşüme peki? Parçası olmuşsun da, parçası eksilince eksiliyormuş da ben fark etmemişim. Aferim bana … oldu mu şimdi?

Aygün

Ney Ve Üstad

Bilir misin üstad sancımı? Bilir misin ki can acımı, yazarsın dizelerde. Kelimelerimi söktüm attım birer birer içimden. Yıllandırdım, bilemezsin. Ney sesleri geliyor, kocaman bedenimden. Ben dışarıda duymamak için bir şarkı mırıldanıyorum.Öyle hüzünlü işlemiş ki, gözlerimde yaşları tutamıyorum. O kadar sıcak, öyle tuzlu akıyor ki, tenim , yüzüm kavruluyor üstad!


Sen bilmezsin benim sevdamı. Öyle "Seviyorum ulen!" gibi değildir. Bakarım, susarım, yutarım, söyleyemem. Bülbül gibi şakırken, dut yemiş bülbül gibi susarım!


Kaç asır geçti? Şimdi ağır ağır ilerliyor yelkovan. Bu akşam sanki daha bir ağır. Daha kasvetli bastırdı sancım. Ben bir sözde, ben bir gözde kayboldum üstad! Nerdeyim, neyi bekliyorum? Hiç açmamış bir çiçeğin açmasını bekliyorum...Bak, kalemim hala kurşun. Alışamadım bir türlü tükenmeze.


Telefonum küs sanki benimle. Az da olsa çalınca, sanki renkleniyor her yer. Sonra, ve sonra tek tek soluyor renkler. Onlar da küsüyor bana. Siz de mi hesabı istiyorsunuz benden? Nedenlerim var. Beni yemiş yutmuş korkularım...


Bilir misin ki üstad, birikir içimde son baharın yaprakları. Ben temizlemem, onlar gitmez. Otururum balkonda. Nescafem dans eder kalemimle. Gözlerim ara ara yeşil bayramlar görür çiçeklerde. nefes alırım, veremem üstad...


Diyorsun ki dayan, geçer. Geçer tabi. Biter herşey gibi. Yavaş yavaş, eze eze, izini kazıya kazıya... Bilirim, geçer tüm sevdalar. Geçmesini isteyeni bulman zor ama. Çok zor sevmek. Çok zor özlemek...


Sen bilir misin ki, nadasa yattı bu gönül senelerdir. Hiç bir şarkıya birini yapıştıramadı. Hoşlanamadı, sevemedi. Şimdi yakasını bırakmaması ondan.


Yok, yok böyle sürecek. Bu sefer git demek yok. Söndürmeyeceğim. Gittiği yere kadar. Bugün kendime sordum, gitmesin dedi. Bıraktım kendi haline. Ney sesleri içimde üstad! Ney sesleri hüznümle evlendi üstad!

Aygün

Korkuyorum Senden

Bir masal anlatmayacağım sana. Sen sadece, oku ve hisset.
    Ben erken bir Sonbahar'dım... İlkbahar'ı yaşadığımı düşünmüştüm. Hatta soğuk kış günlerine bile hazırdım. Üşümüştüm. Yüreğim donmuştu.Çok uzun zaman olmuştu,  ya da hiç bu kadar ısınmamıştı yüreğim. Çok okumuştum aşk romanlarını,  ve çok erken öğrenmiştim filmlerin sadece yaratıcılık olduğunu. Hiç prenses olmayacaktım,  ve prens sadece renkli bir boyaydı büyüyünce silinen. Sanki ilkbahardı çocukluğum. Dolunay'dı... O bakıp bakıp gülümsediğim bisküvi kokulu önlüğümdü. İlkbahar, Dolunay beni itelediğinde, benden hoşlandığını sanmaktı. İlkbahardı akşam 8'e kadar havada istop oynamak. Sallanırken, elim kayıp düşünce, şişmiş dudakla bir de üstüne dayak yemekti. İlkbahardı annemin elleriyle yedirdiği sahanda yumurta. ve teneffüstü ilkbahar...
   Sonra, ergenliğimdi ilkbahar. Pencere arkasından izlediğim, yürüyen delikanlıydı. Hiç söylenmemiş aşk'tı.Ve hiç bilinmeden silinen masum çırpınıştı. Oje sürmek, kaş almak, onu görmekti... Sonra sonbahar geldi, ben sonbahar oldum. Herkes yaz mevsimini yaşarken ben sonbahardım. Ama hep bağırdım "Hey ben de yazım!" Ben yaz olmaya çalıştıkça, sanki kış'a gömülüyordum. Dudaklarım buzlu, kirpiklerim kar, ellerim soğuk. Ben güldükçe, sanki renkler flu... Ve ben, içimdeki sonbahar'a mahkum, sahte yaz aşığı...
   Ortaokuldayken, sabah uyanır, ev işlerine yardım eder, patates kızartmamı yer, saçlarımı fönler okula giderdim. Okula giderdim, evet...Dersleri dinler, dinlerken de düşünürdüm, dalıp uzaklara. Benim hayallerim vardı. Benim saf, basit hayallerim vardı. Bir bebeğim, bir kocam olacaktı. Bir işim, güzel kocaman bir evim...Şimdi, bu hayaller artık yok. Ben, bu hayallerimi bile özledim... Bir havuzum olsun isterdim. Aşağı katta kapalı bir havuz. Sonra, bahçeye taşıdım yüreğimi. Polyester panel bir havuz yaptırdım düşümde. Bir ben vardım. Çünkü, hiç gerçek anlamda çift olamamıştım. Olamayacağıma inandığım zaman ise, sanırım 26 yaşındaydım. Kendime acımak adına dik duruşlarım da tam bu zamana denk gelir. Ah gügün ah! Şimdi soruyorlar ya, mahvediyor beni bu soru : Neden evlenmedin ?

      Şimdi, bana değer veren, huzur veren, sevgi veren, saygılı adam oldu da, ben hayır mı dedim? " Kısmet... " Aynen bunu söyledim, kısmet. Kısmet neydi? Benim işime taş koyan kısmet, yenilir bir şey miydi? Kısmet, kızların evde kalmasını sağlayan bir büyücü müydü? Ben bu kısmeti sevemedim... Derdim evlenmek değildi. Derdim O'nu bulamamamdı. Sanki, benle kovalamaca oynuyordu. Ve ebe hep bendim! Sosyallikte ne kadar iyiysem, ebelikte o kadar kötüydüm.Kimseden kaçmadım. Bu yüzden kaçmadım, kovalamadım. Yoruldum! Öyle enfes, görkemli duvar ördüm ki kendime, diğer tarafa eğilip bakmıyordum bile! Diğer taraf! Hatta, bu diğer taraf için söylenen tüm olumsuzlukları düşünüp, duvarımı boyuyordum gökkuşağına... Evlilik kötüydü. Kadınlar tek yaşlanmamak için, erkeklerse düzenli seks ve aile hayatı için öldürdüler aşkı. Bense canımı yaktığı için, aşk'ı hissetmemek için cırmaladım. Erkek gibiydim artık. Duvarımı her gün bir renge boyadım. Kimi zaman kırmızıydım. Pembe, mavi. Bazen mor, siyah. Ama duvar da benimdi, renkler de. Tanrı Aygün'ü korusun. Artık Tanrı ile oyun alanımdı burası. Canım acımıyordu. Yalnızdım. Yaz'dım. Ben'dim. Biz'e karşı ben. Ben topu atıyordum, gol oluyordu. Çünkü ne rakip vardı, ne takım. Nereye gideceğini bilerek attım hep topu. Kendi anlaşılmaz berbat dünyama, kendi anlaşılmaz berbat insanlarımı koydum sonra. Birbirimizi anlıyorduk. Ben ölmek istedim. Çok istedim. Çünkü yalnızdım. Kendi cennetimde yapayalnız. 300 - 500 - 1000 adamın içinde tek ben anladım beni. Sonbaharımı yaşarken, çimler ektim bitmeyeceğini bile bile! Mevsimsiz çiçekler ektim. Sonucu bilince, kırılmadım böylece. Birkaç berbat,  kötü zamanlarım dışında, üzülmedim başka şeylere. Ben, en çok kendimi attım derine. En çok kendime çıkardım hesapların büyüğünü. Ve en çok kendimi silkeledim!

   Dur! Durmalıydım. Ben kendimi bir savaşçı yaptım. Güçlüydüm! Ezilmemek için güçlendim. Ne yazık! hayatı bir savaştan ibaret gördüm. Güvenmek istedim, anlıyor musun? Minicik bir umut benimkisi. Bir olta vardı. Ucunda ufak bir balık. Ben olta olduğumu sanırken, yem oldum çoğu zaman. Ama hiç yem oldum demedim. Bile bile yedim, kendimi de yedirdim demedim.

  Ben sonbaharı yaşarken, bir güneş çizdim tam kalbime. Üfledim, üfledim, üflemediğimde söndü. Üflesin istedim, olmadı. Kısmet! Evet Kısmet!

   Yağmurları sevdim, amber kokusunu, çamuru, çiçeklerin ıslanışını, yaprakların yıkanışını izlemeyi... Ben, çok şeye anlam kazandırıp, o anlama aşık oldum. Kuş, böcek, toprak...Hiç tutmadım yaşlarımı. Ah! Çok acıdı... İçimden geçen onca kelimeyi nerden bileceksin sen?

   Bana dokunacaksan bil ki çok hassas içim. Korkuyorum senden! Seninle iken güneş'i yüzünde görmekten, elimi tutup öpünce, elimin yanmasından, kalbimin ritmini bozmandan, seni dinlerken huzurlanmaktan. Korkuyorum! Kaçmak için delice, koşuyorum. Ve sen bunlardan habersiz, belki başkaları varken aklında, ben, beni düşündüğünü farzedip avunuyorum. Avunuyorum... Yaşadığım kışı, sonbaharı ve sahte ilkbaharı, deli gibi baştan ama seninle yaşamak istiyorum.

   Seni özledim. Gururluı değilim. Açık ve net. Seni çok özledim. Beni kandır, beni inandır, gerçek bunlar de... Ve ben berbat gerçekler yerine, seninle olayım. Huzurlu, arzulu, duygulu, kısaca deli gibi, hiç olmadığım bir deniz gibi!

    Bana senin gördüğün renkleri anlat. Bana hiç durmadan seni anlat. Daha çok sindirmek istiyorum seni. Korkuyorum aynı zamanda!

  Ah be kısmet! Bu mudur benş bu halde bırakışın? Böyle, uçakta giderken bir anda savuruşun. Nerdesin? Rüya mısın kabus mu?

Bir tomurcuk attım içime. Şimdi her gün suluyorum umutlarımı. Ve içinde sen olan düşler bahçesinde, gezdikçe yeşertiyorum dallarını.

Sana bir masal anlatmayacağım. Sana bir hayatı anlatmayacağım. Ben sana bir hayat yaşatacağım. Sil herşeyi. Yeniden yepyeni renklerden bir bahçe yapalım. sen ek yeter ki, ben sularım...

Aygün














Pazartesi, Mart 21, 2016

Bardağın Taşan Tarafı

Şimdi yazsam biliyorum, çok acıyacak canım. Kelimelerim inanılmaz keskin. Niyetlerim acınası. Ve onları bastıran bir her boka boncukluk.
Yazsam, ağlarım biliyorum. Biliyorum yalnızlığı delicesine istiyorum. Ah kendim. Ah kendim…
Kendimi herkesin yerine koyuyorum, bakıyorum, ben olsaydım onların yerinde küsmemek için, kırmamak için nasıl da çabalardım. Küsmek de, kırmak da, özür dilememek de, gurur da tavan.  Artık sizdenim. Çok lafa lüzum yok. Verdiğinizi alacaksınız, fazlasıyla. Haklar doldu.

aygün

Pazartesi, Mart 14, 2016

NEM

Hiç farkında değilsin anne… Sen dahil hiçkimse farkında değil. Ben hiç de iyi değilim inan. Sabrım da, umudum da bitmiş durumda. Benim için öğütlediklerin boş. Neşeli olmak boş. Dürüst olmak boş. Ekmek kazanıyorum anne, işime saygım da var, aynı senin dediğin gibi, sanki benim dükkanım gibi. Kimsenin işime engel olmasına izin vermiyorum mesela. Dostlarım var anne, aynı dediğin gibi, hep dürüst oldum, abarttım hatta aynen dediğin gibi, aklımın dibini de gösterdim. Ben buyum, seveceksen böyle sev dedim. Ben olmaktan vazgeçmedim anne, utanmadım kendimden aynen dediğin gibi. Hep dürüstlük aradım arkadaşlarımda, dostlarımda, işimde, yediğim her lokmada helal… Bana verdiğin öğütlerden ikisini tutmadım. Tutamadım çünkü bana verdiğin tüm şu dürüstlük derslerine ters düştü. Kendimden başka bir ben çıkaramadım. Sadece kendime değil, etrafımdakileri de uyardım. Haksızlığa gelemedim. Savundum doğru olanı. Tanımadığım halde yedirmedim kimsenin hakkını. Varsa bir günah, susup dinleyip ortak olmadım yalanlara. Hazmedemedim bana yapılmış gibi. Ağladım saklamadım, güldüm neşelendim saklamadım, kızdım deli gibi bağırdım, sevdim hemen söyledim herkese, öyle güzeldi ki saklayamazdım. Hüzünlendim, umutlandım, savaştım, günahlarda yapma dedim, melek misin dendi, yine de savaştım. Çok mu iyiydim? Değildim annem… Hiç olamadım. Burnumu soktum herşeye… Şimdi bakıyorum etrafıma, tek tek dmkülen yapraklar gibi sonbahar yaşamımda. Fırtına gelmeden gitmeli miyim annem? Gitme diyorsun ama, artık kışları atlatacak ateş de, sığınacak huzurlu bir yerde, içinde yaşayacağım insanlarda, son moda yaşpasta gibi hemen bozuluyor annem. Figürleri sanki eskiden sevdiğim simli kartpoatallar gibi… Bakarken hüzünlü bir gülümseme yayılır ya hani “hey gidi günler” dercesine. Ben senin en deli, en neşeli, en deli dolu yavrundum ya hani, kimileri aşktan sanıyor annem. Beni aşk hiç yıkmadı, bunu asıl sen bilirsin… Beni umursuz, insana saygısı kalmamış, dedikoducu, yüzüme gülen, arkamdan konuşan, yalancı, bencil, ve egoları uğruna insan harcayan kişiler soldurdu. Hep kalktım, direndim, yeniden dedim, sil baştan dedim, heyyo, yuppi, wuuu derken….artık yoruldum annem. Gitme dersin de kalınca ne edem? Kalabilecek güç kalmadı bende. Beni ben bitirdim. Dürüstlük, aman yalan yok, aman bu günah, aman dostumsun ciğerimi sök, şudur budur…bir sürü deli saçmalıkları. Değişemiyorum da, kütük gibiyim… Sana göre 23 bana göre 33 olan şu yaşımda bu yılgınlık bile beni yoruyor. Şu halime deli oluyorum ama hergün biraz daha azalıyorum. Farkındasın biliyorum. Uyumak istiyorum. Deli gibi uyumak. Beni aşk yormadı annem. Bunu asıl sen biliyorsun… Beni yoran, sevdiğimi bildiğin ama başkasına aşık olan adama, sırf beni mutlu etmek için yaptığın sütlaç yoruyor… Hala aynısın, ve hala senin gibiyim, ve bu beni öldürüyor! Eğer bizler de normal olsaydık, şu anda bu şekilde olmazdık. Yemişim sütlacı da, dostu da, şunu da bunu da… Çekip gidesim var. Umutsuzca asıldığım umudum bile kalmadı. Sevdiğim insanları sevemiyorum hallerini gördükçe. Azalıyorum annem! Bir şeye de benzemiyorum ama aygün de değilim işte! Neden gidemiyorum, kalıyorum, birkaç iyi insan yüzünü hergün görmek istiyorum biliyor musun? Neşeleniyorum, ve sen tek başına akşam beni beklerken elimden geldiğince güldürmeye çalışıyorum. Babam gibi gitme diye savaşıyorum. Hani bana evlen diyorsun ya, kimseye aşık değilim biliyorsun. Sevdim ama olamadım aşık. Gözüm arkada kalmasa, davulla zurna ile giderdim biliyorsun. Kalmam için bana en güzel yalanı söyle bari bir kere… Ne dersen inanacak kadar açım. Yalnızım desem…hem de çok yalnız annem!

Aygün 
18.05.2010 23:00

SUPERMAN

Mutlu olmakla huzurlu olmak arasındaki farkı henüz bilmiyorum. Sanıyorum ki, huzurlu olduğum zamanlarda mutlu olduğumu hissediyorum. Huzursuzken pirana kadar yırtıcı ve de huzursuz edici olduğum kesin. Ama elimden bir şey gelmiyor. Sezgilerim devre dışı kalmadığından, sanırım beynimi fazlası ile yormaktayım. Bu da erkenden yaşlanmama neden olacak maalesef. Keşke bu özelliğimi fırlatıp atabilme şansını yakalayabilsem. Birinin bana dürüst olmadığını sezinlemesem. Ya da kafama takmamayı başarabilsem. Dengesiz derler bizim burcumuz insanlarına. Kabul etmedim, çünkü öyle bir sınıflandırma içerisinde hissetmedim kendimi. Ama hem dürüst olunmasını bekleyip, hem de canım acıyınca sanki bir yerlerde yanlış var diyorum. 
Hep iki seçenek tanıdım kendime. Hep seçimler. Kendi seçimlerimi yaşamaya öyle alışmışım ki, sanki seçim olmak bana itici geldi. Ya da sanki hep beni seçenler benim seçmediklerimdi. İstediğim seçtiklerimin seçmesiydi. Ben kulp buldum, onlar da evet o kulp dediler. :D ben kulp bulmayı bırakamadım. Onlarda elime kulp vermeyi. Gerçek dünya ile karşılaşmam tam da bu seneye rast düşer. Hazmedişim se bu senenin ortasından sonrasına. Tam da olarak ağustos ayına… belki ağustos böceği gibi yandığımdandır bu aylarda. Seçim olmak, seçmek, sezgiler, ölüm, ameliyat, vefa, riyakarlık, aşk, yanılgı… ve daha bir çok vesaire… bu vesaireler beni uyandıran. Bana sorulmadı uyanmak ister miydim? İstemedim. Aslında ben hep uyudum, uyanmayı tercih ettim. Ama ne erken di bu uyanış, ne vakitli. Sanki her şey monotondu, her şey olacağına kalacaktı, inşallahtı,maşallahtı ama ben hep çizgini kendin çiz i oynadım. Evlenmek, çocuk yapmak, yemek pişirip ev temizlemek ve razı gelmek di her şeye de ben sanki Oscar lı filmlerde yaşayan bir özgür kızdım. Filmler…ah filmler! Düşlerim derim hep ya, işte aslında hepsi filmmiş. Acı mı? Bilmem ki… hayırlısı demeyi öğrendim :D hayırlısı… kabullendim, bak razıyım, demeyi… 32 yaşında çıkardım pembe gözlüğümü. İsteklerimi oyun kutuma doldurdum. Aşkı yazılarıma sakladım. Rüyalarıma. Yemek yaptım, ev temizledim, dedikodu yaptım ev gezmelerinde. Babam düştü, canım acıdı. Çok acıdı. Nefes aldı verdi hızlıca, ölecek sandım, çok korktum… babam düşünce, ben acıyan yerine dokununca, pembelerimi attım… 80 yaşında, hasta, duygusal ve de tatlı sert hönküren bir babacığım var. Artık minik ellerim yok. Babam düştü, ben ağlayamadım. Nasıl koştum nasıl kaldırdım nasıl su verdim anlayamadım. Babam düştü, ben büyüdüm. Seçimimi yaptım… artık seçim yapmak istemiyorum. Babamı seçmedim ama dünyanın en tatlı babası benim babam. Su akar yolunu bulur babacığım. Seni çok seviyorum süpermenim… sen gibi biri bulursam şayet, sen gibi bir miniği kollarına vereceğim söz…

AYGÜN 6 eylül pazar 2009 


not: senden sonra bıraktım yazılarımı... seni çok özledim.  bu yazıyı eklemek için 6,5 sene geçmesi gerekmiş. okuyamıyorum bile. okuyamadığım halde ağlıyorum. bu yazı burda yayınlanacağı zaman gitmiştin ellerimden... babam...oyun arkadaşım. göbek tokuşturduğum.... bana kendime güvenmemi aşılayan, ben olmanın kalitesini hissettiren adam. beni ben yapanlarda emeğin çok... sadece bil... sözlerimi tutamadım. kapadım herkese kapılarımı. açtım şimdilerde ama... 

Cuma, Temmuz 10, 2009

sanma...


Seni anlamadığımı sanma. İşime gelmiyor ama. Şansımı zorladığımı bilmediğimi sanma. Bundan sıkıldığını bilmediğimi de sanma. Sanma söylerken çok da hoşnut olduğumu. Frenler tutuyor sanma. Duramayınca, söyleyince içindekileri, fren falan kalmıyor, anla. Beni anlamadığını sandığımı sanma. Durum böyle… Köşelerde sıkıştım. Sağa bakıyorum, gidiyorum, sola bakıyorum kalıyorum. İçimden sus artık, yeter diyorum da, sen sustuğumu sanma. Tüm mantıklı konuşmalarım zorlamamla. İçimde “sen öyle san “ diye benle dalga geçen bir ben olduğunu bilsen. Sanma sorularım merakımdan. Merakım düşünmemden seni. Sanman gereken şey belki de şu; seninle konuşabilmemin, sesini duyabilmemin tek yolu, yüreğine dokunmamın tek yolu bu. Sanma sensiz ölürüm, yitip giderim. Sanma sensizlik senin yanında olmamak. Seninle olmadığımdan sensizliği bilmem ben. Sanman gerekenlerden biri de sana böylesine düşkünken bile, senden daha güçlü olmam. Kalkmasını öğrendim uzun zaman önce.

Şimdi bu yazı neden yazıldı? Dün gece hiç sarılmadın bana. Kızdırdım seni. Yaramı kazırken, yüzleşirken kendimle, seni hırpaladım belki de. Anladım ki artık özgürce gezdiğim sırtın da kapandı bana. Anladım. Ben gideyim artık. Bana ait olmayan bir kalpte bu kadar ısrarcı olmam hata. Zaten gitmeye hazır bavulumla gelmemiş miydim? Merak etme her şeyimi bırakıyorum. Sana dair her şey zihnimde zaten. Seni bırakıyorum yetmez mi?

Sanma güçlü isem azalmayacağım. Seninle çoğalmıştım…

aygün 10.07.2009

oldu mu şimdi?


Yabancıyım. Uzaklara dalıyorum sıkça. Nedendir bilmem, kafam dolu olunca gelirim ben . Düşümdeki yerime sığınırım. Gelirim ben. Kendimi terk ederken, kimsesizlik çekince canım, gelirim ben. Denizin kenarıdır, herkes bilir. Çamlar vardır yamacında dağların. Verandalı tek katlı ahşap büyükçe ev sahile sıfır. Hamak vardır önündeki iki muz ağacının arasında. Elimde limonatam, verandadaki sallanan sandalyede önce beyaz kumlara, sonra turquaz huzura. Esinti kısa saçlarımı tokalarından kurtarır, alnımı gıdıklar. Ben gelince aşka, ne sen kalırsın içimde, ne diğerleri. Sallanırken bırakırım elimdeki limonatayı ahşaba, dikkatlice alırım elime kitabı. Arasına sıkıştırdığım ıvır zıvırdan kaldığım yeri bulurum. Kitap ayracı dayanmaz zaten bana. Okurken uykum gelir, mayışırım, gözlerim küçülür, yavaşça gerinir, esnerim.düşene kadar elimden, dostumu bırakmam. Düşünce kaldırır, limonatamdan alırım koca bir yudum. Dalarım… uzaklara değil öyle ama. Sesimi duymak için boğazımı temizlerim yavaşça. Şarkı mırıldanırım, sonra istemen düşüme sen atlarsın, elinde gitar, gözlerinle ritmi yakalayınca yakaladığın o bakış, ben ıslanmasın diye gözlerim, titremesin die uğraşırken sesim, sen geldiğin gibi gidersin. Kumsalda yürüşünü izlerim, ayak izlerin yok. Kaparım gözlerimi. Kızarım. Düşümde ne işin var senin? Yıllardır tek huzurlu düşüncemde? Bilirim… son zamanlarda seni düşünmenin düşümden fazla zaman aldığını. Kafamı sallarım… ayak izlerin yok. Kumsal da zaten ıslak değil. Kum da yok. Oturduğum yer, sadece yer. Şimdi ne oldu düşüme peki? Parçası olmuşsun da, parçası eksilince eksiliyormuş da ben fark etmemişim. Aferim bana … oldu mu şimdi?


aygün 10.07.2009

Salı, Temmuz 07, 2009

çok sevdim ben seni...


Alternatifler… Kaçtım…senden, kalbimden, kendimden… Alternetiflerime aşık olmayı istedim, inan sende kalmaktan çok istedim. Her gidişimde, hep son kez baktım yüzüne, hep son kez sıktım ellerini, hep son kez kokladım sessizce tenini… ve hep son kez güldüm dostça. Bilmedin. Aşıktın diğer yarına… Zor kadınına… Bense elinin altında, hep yanında, destektim bir anlamda. Biliyordum, biliyorum da hep onda, alamadığın, senin olmayanda aklın. Ben zihninin en oynak, en neşeli, en çılgın, en dost yerinde kalacağım. Hiç kimse aynı olmadığından, hiç kimseyi de aynı sevemedim. Ama hep özel kelimelerim oldu, düşünmeden ağzımdan çıkan. Seni hissettim, yaşadım, sindirdim, bekledim… Bir şeylerin aksi gitmesini bekledim… olmadı.

Senin en çok sırtını sevdim. Sıkarken, incelerken tenini, parmak uçlarım sessizce gezdi teninde. En özgür dolaştığım cumhuriyetti tenin. Kokunu dilediğimce çekiyordum özgür ülkende. Kapalı olan tek yer, tahtının sahibi krallık kalbindi. Benim olmayacağını bildiğimden, hiç çalmadım kapısını. Çıkmadım hiç huzuruna… Sakladım kendimi, özgürce senle olabilmek için. Anlattığın tüm çocuk anılarına, uzaktan seni izleyen kız olarak kendimi de koydum. Tüm gelecek planlarına koyduğum gibi. Uzaklardan izleyen kız. Senle hem sevindim, hem üzüldüm aynı anda. Benimleydin ama benim değildin. Emanet bir oyuncak bebek gibi, zamanı gelince verilecektin. Sen benim hayalimdeki o teni esmer, yüzü, kalbi gülen o erkek bebektin. Aşık mıyım sana? Hayır… bu okadar tutkulu, o kadar geçici değildi. Başta öyle sandım, bekledim, başka tenlere dokundum, sevemedim. Senin bakışını aradım, deli gibi kızdım kendime. Esprilerini, sessizliğini, gitarları tek tek deneyişini… denerken bakıp bana sessizce, yüreğime bilmeden dokunmanı… aşık mıyım sana? Hayır… çok sevdim ben seni… kendimi gördüm hep. Tartışmadan, ılımla yaklaşan, önyargısız beni. Destektin, bazen deli. Ama bendin işte. Ben kadardın. Ve ben seninle, o anın değil, her anın öyle olacağını bildim. Tek yalanın olmadı bana. Aklına gelmedi ki… işte buydu beni sarsan… huzurum, açlığım, gülüşüm, uykum… Sen hiç aşk olmadın bende. Ne kavgam vardı, ne olumsuzluğun… her şeye rağmen sevmedim ben seni! Her şeyini sevdim. Hepsi öyle güzel ki… öyle sen kokuyor ki anlatamam. Kaçışımı anlayamadın belki. Uzaklaşma çabamı, dokunmaktan kaçınmamı, hatta bir ara seni aramayışımı. Ben kaçacağım hep, anlayacaksın, göreceksin. Sen senin için öleceğim adam olmadın, ölürsem seni yaşayamamaktan korktuğum adam oldun. Sen kıskanacağım adam olamadın. Hep güvendiğim adam oldun, başka tenlere dokunurken bile, sen olmaktan vazgeçmeyeceğini bildiğim, sen olduğun için sevdiğim adam oldun.

Sen hiçbir şarkıda aklıma gelmedin. Aklımda var olan şarkılara öyle yakıştın ki… Birileriyle tanıştırıp, bu benim diye kimsenin gözüne sokmayı hayal etmedim. Ben seni anlattıkça, onlar seni tanımayı öyle istediler ki… Güneşim olmadın. İçimde var olan kısık güneşimi, korumu üfledin.. benim içimdekileri çıkardın, anlamımı. Bunları yaparken hiç hissetmedin. Sana güzel olmak için uğraşmadım, saçlarım yapılı olmadan, kıyafetim salaştı hep. Seni görmeyi öyle çok istedim ki, dışım umurumda olamadı…senin için ağlamadım, sadece gözüme çöp battı bir kere. En önemlisi, harflerimin, tüm aşka dair sözcüklerimin tükendiğini, yaşadıklarımı çok çabuk tükettiğimi düşünmüştüm… bitmediğini, başladığını hissettirdin… çok sevdim ben seni…


aygün 04/07/2009 22:00

Çarşamba, Nisan 01, 2009

SARIL ANNE!


Annem. Sana ne kadar kızsam da, sana sığındığımı biliyorsun. Sana bakıp, “ilgi” dediğimde, gülerek kucağını açıyorsun bana. Ama çoğu zaman konuşamam bilirsin. Konuşunca ağlarım annem! 2 ay oldu. Yeni yeni atlatıyorum sanırım. Dün gece rüyamda, beni kıran insanların hepsini gördüm. Tek tek canımı yaktılar. Sanki hepsiyle hesaplaştım annem. 2 aydır son kazık yediğim kadını gördüm. Her şeye rağmen, bu kocakafalı değişmeyen kızın, sessizce baktı, sarılmamak için kendini zor tuttu. Öyle özlemişim ki… Sabah, ona ilk işten ayrıldığımda yazdığım mektubu okudum. Bir türlü yollayamadığım. Hani bademciklerin sızlar ya, boğazım öyle sızlıyor ki, gözlerim , kaşım mahsunca yukarılara bakıyor.yutkunamıyorum bile. Ne işimi özledim, ne ortamı. Onu çok özledim annem. Kankimi, kız kardeşimi… Derler ki bir yerden sonra, acımaz daha fazla. Ama acıyor işte. Sustuysam, boğulmaktan korktuğumdan. Annem, sarıl ki, hafiflesin ruhum. Gözüme, buğulu, yaşaran gözlerle bakma annem! O zaman tutamam, biliyorum.

Sakinim. Sarıl bana ki boğulmayayım. Bu sakinliğim beni acıtıyor annem. Ağlamak istiyorum, olmuyor. Sarıl annem… Sus, sorma, bakma gözüme! Sadece sarıl, kokunu duyayım. İçtiğim ilaçlar uyutmuyor annem! Terleyip sıçramam yataktan, kabusları ah bi bilsen! Ne zaman bahar gelecek anne? Ne zaman unutacağım? Ne zaman düğümlenmiş kelimelerime çiçekler konacak? Çimlere uzat beni. Yanımda sakince, usulca sarıl… sen gitme, sakın gitme annem…


Aygün 30.03.2009

BEŞİNCİ KAT


Kendime ne zaman acımayı bırakırım, bilmiyorum. Ezik duruşum, çaresiz, ağır, halsiz ve bitkin yürüyüşüm… Istırap kelimesi sanırım çok yerinde olur. Öyle ağırlaşıyorum ki iş yerinden çıkınca. Güzergahımı defalarca değiştirmek istedim, yapamadım. Adımlarım canımı acıtmak istercesine, evinin, ya da eskiden evin olan caddeye yöneliyor. Köşe başına yaklaşırken, gücümü yitirdiğimi hissediyorum. Gözlerim doluyor, sola çevirip başımı, seni görme umuduyla pencereye, caddeye alalacele bakıyorum. İki güçlü el sıkıyor boğazımı. Gözlerim öyle doluyor ki, kaldırımı göremiyorum.Birisi dün arkamdan omzuma dokundu. Sen sandım. Yol isteyen biriymiş. Durdum … saniyelerce bekledim. Ağır ağır devam ettim yoluma. Öyle kırgınım ki kendime, heyecanıma, kalp atışıma…Her gün tekrarlanan filmi izleyip durdum. Seninle yaşadığım her şeyi, her adımı defalarca izledim ! O kadar acıyorum ki halime! Artık yanımda olmayışın değil de, bu ezik halim beni mahveden… Senin huysuz ve ihtiyar halini canlandırıyorum gözümde…Senin televizyon başında uyumanı… Ve fark ediyorum ki, aynı evlilik kavramı ile birlikte, bebek kavramını da seviyorum seninle. Keşke, keşke senden bana bir hatıra kalsaydı. Senin gibi zeytin gözlü bir bebek… Her gün aynı filmi onunla seyretseydik. Benim gibi güçlü, senin gibi duygusal olsaydı. Aynı sigaran gibiyim mariposa… Yavaş yavaş bitiyorum… Ölemiyorum, o ayrı. Ben yaşadıkça, anladım ki, sen beynimi, kalbimi kemirip duracaksın. Ne kadar çabalarsam çabalayım, ben kaybolalı yıllar olmuş. Bedenler… Hayatım artık tek kişilik. Ne komik ki, her sabah, senin dopdolu olduğun bu şehre adım attığımda, aynı filmi tekrar tekrar izliyorum.

Bugün karşı kaldırımdan yürüdüm. Ve fark ettim ki, evinizi daha rahat görebiliyorum. Dejavu! Geçen yaz da her gün evin önünden ağlayarak yürümüştüm. Bu ne biçim oyun mariposa! Bumerang gibisin. Atıyorum içimden, geliyorsun … Tanrım! Değişik açılardan her gün evini gözetliyorum! Utanç! Ah ki ne ah! Bu içe atmışlık, bu aşk beni öldürmediği gibi, resmen süründürüyor! Teninin kokusunu özledim. Alnını, tenini… Ben seni çok sevdim… Kimselere söyleyemiyorum. Kendi içimde büyüttükçe seni, büyütüyorum. Bana iyi davrandığında söylenemez. Ama hadi gel yerime geç, sil kendini. Bu nasıl bir döngü! Boğazımda iki güçlü elsin. Seni düşündükçe boğulan bir ben. Gözlerim hep ıslak. Suskunum. Hatta delicesine sakin. Neşeliyim çoğu zaman. Aklımda sen yoksan… Saçlarım hala kısa. Hala seni unutturacak biri çıkmadı karşıma. Çıkacak diyorlar. Yalan meleğim! Bilmez miyim? Keşke çıksa, keşke sen gibi sevsem onu da. Sımsıkı sarılsam, hiç bırakmasam. Seni unutmayı inan her şeyden çok istiyorum. Sözlerimi ağdalandıracak, allı pullu yapacak değilim. Her gün bunları yaşamak zorunda olmak çok acı.

Yani… Sensizlik koymuyor bana. Hazmedemediğim, sensizlikte ezikliğim. Acizim. Neden her gün sen aklımdasın? Her yer, her nefes sen… Taptığım bu şehirdi eskiden. Bu şehir sen olmadan, sen kokmadan önce. Kızdım bir çok şeyine. Bak dedim soktum gözüme. Terazimin kefesi mi bozuk ne? Sigaran gibiyim, her gün erimekteyim…

Salı, Eylül 23, 2008

MEVSİM MEYVELERİ


Kimbilir, belki de baharı bilmediğimden güz mevsimini yok saydım. Dediğin gibi, belki dokunsan akar, erir, yağarım… Bilmek ister miyim? Bilmek istemedim… Yaşadığım her ne ise, ya da her ne yaşıyor isem, ben nasıl görmek istersem o oluyor. Yaftalar… Hangi yaftayı yapıştırdıysam, o kalsın istedim. Ekledin mi yazı diye soruyorsun. Görmen için bakman lazım. Bakman için istemen. Ödevimi yaptım, tüm bulmacaları çözdüm. Ama çıkan görüntü, yıllardır düşünü kurduğum resme benzemiyordu. Anladım ki, bulmacanın çözümü aslında bende. Dümen bende. Ben resmi çizmeye başladım. Var olanı kabullendim tabi ki. Ama renklendirdim, şekillendirdim. Duvarıma asmadım. Belki de duvarımı yıktığımdandır ne dersin? Çok mu konuşuyorum dersin  Belki okusaydın beni, içimdekileri, o zaman bilirdin benim söylemediklerimin, söylediklerini dövebileceğini. Beni, şifremi çözmedin. Belki dedim, belki sen çözersin. Ama öyle yorgunsun ki, kalıcı bir yer yerine, devam etmek için yoluna, soluklanmak istedin belki bende. Oysa, ben durak olmayı çoktan bırakmıştım sen geldiğinde. Çoğu zor kadın diyor bana. Oysa, sadece içten verilmiş bir pamuklu şekere kanacak kadar kolay kazanılır kalbim.

Susmak… Çok sustum inan. Susuşum da çok güzeldi. “düşünce” lerim. Bir haftalık deniz maceram, yapayalnız ve müthiş haftam, konuşmadan, kitap okuyuşum, sahilde şezlongda ayaklarımı sular gıdıklarken gazete okuyuşlarım… Balkonda denizin sesi ile kahve yudumlayışlarım. Ben ve ben. Hiç düşünmedik bil. Düşünmeden, öylesine beynimi dinlendirdim. Bikini ve havlu yetermiş meğer. Markete bile öle gitmişiz beraber. Ellerimde mevsim meyveleri, ha bir de yoğurt. Ben ve ben… Oturdum balkonda, sustum, düşünmedim bile. Yetti. Zinde döndüm tatilden. Aklımda gün batımı, denizi aydınlatan yakamoz… Şimdi susmuyorsam, suskunluğumu saklamamdan. Söyleyecek onca güzel kelime varken, bırak resme yapıştırayım, süreyim pembeyi. Yeri geldiğinde, beni çözdüğünde, hüznümü de nasıl coşkulu yaşadığımı göreceksin. Aşk’ı yaşadığında, aşık olduğunda, yaratanı sen olduğundan, anahtarı sen olduğunu göreceğin gibi…. Sana gülümserken, seni okurken aklımdan geçenleri, ancak beni çözdüğünde göreceksin. Çözebilecek misin? Hayır…


Aygün
21/09/2008 00:40

KRİSTAL

En tehlikelisi de budur. Sakinlik… Gördüğün gökkuşağının altında sanıp kendini, bir anda yok oluştur. Yağmur sonrası “Evet, bak işte her şey çok güzel oldu. Arındım, gökkuşağı içime doğdu” dediğin anda, yok oluşudur renklerin. Çaresizce susup, yorum yapmamaktır. Amber kokusu ile yetinmektir. Böyleydin işte. Tam da böyle! Plansız, ummadığım anda çıkan bir gökkuşağı! İçimi coşturan, renklendiren bir gökkuşağı! Tahtta bir gün kalan bir prensestim. Ertesi gün yine ben oldum. Sen ümit’i verdiğin bilmemezlikten gelen prens… Elde ettiğin başarı sonrası, hareketlerini değil, ettiğin sözler sonucu, ümit vermediğine kanaat getiren ve ben yaklaştıkça, ümitlenmemem için geri çekilen sahte prens… Ne aradığımı sandın? Hala evcilik oynamak istediğimi mi? Hiç aklına gelmedi mi ciddi bir ilişki yaşamak istediğim? Yazılarımdan anlamadın mı her gidişin beni acıttığını? Sen de mi “ e ben de eklensem ölmez” dedin yoksa? Benim hissedeceklerimi azıcık da olsa, beklentilerimi, o süslü kelimelerin ne uyandırdığını ben de… Salla gitsin… Çok yoruldun, dinlen tebi. Aklında nasıl kaldıysam öyle! Nasıl kaldığımı bugün anladım. Yanılmış olmayı diledim, ama yanılmadım.Bir parça da sen koparsan, eksilmem. Ben vereceklerimi düşünürüm. İçimden parça almak yerine, içimde olmak istersen, o değerde huzurlu, neşeli şeyler veririm sana …

Hayatın anlamını mı anlamaya çalışıyorsun? Yok… Boşa arama. İşte sen o boşluğu nasıl dolduruyorsan, nasıl anlam yüklersen odur hayatın anlamı. Ver eden sensin! Şimdi ne yüklersen odur. Boş bırakırsan, ya da doldurmaya uğraşıp başaramazsan, “anlamsızmış” der çeker gidersin.

Dokunduğunda inceden bir ses çıkaran kristaldim ben. Işığı daha iyi yansıtan, daha ince ve kırılgan. Kristalle içki içmesini bilmeyenlerin parmak izleri ve düşürünce oluşan çatlaklar dolu… Ara sıra kırıldım sandım, çok da acıdı canım. Ama kendime gelince anladım sadece çatladığımı. Öyle doldu ki bedenim bu çizgilerle, her an birinin elinde kırılacak kadar hassaslaştım. Ben nasıl dikkatli isem kelimelerimde, nasıl kırmıyorsam kimseyi, o da kırmasın, incitmesin istedim. Her süslü sözde güvenmek istedim. Sımsıkı sarıldım. İçki bitince, bir kenara bırakıldım…

Aygün
31/08/2008

not: varsyımlarla yazıldı